Akşamları Ganjın üzerindeki dar, çelik köprüden geçtikten
sonra muhtelif köşelerde mevzilenmiş babalara “Hariom” çakmaya alışınca dedim,
tamamdır. Isıtıcımın püfür püfür üfürdüğü, mumlarıyla, matı battaniyesiyle
sıcak bir yuvam, selamlaştığım babalarım, üç-beş kelam ettiğim arkadaşım, böyle
böyle minik rutinlerim var. Yani bıraksan kalınır burada aylarca. Ben bir hafta
uzatabildim turumu. O bile çok zorladı; amanın biletler yanacak, her şeyim
organizeyken niye kalıyorum ki; Prem Baba’yla biraz daha takılmak mı, yerleşme
hissi geliyorken tadını çıkarmak mı, bir delikanlının adaleli kolları mı,
yoksam sadece bu değişikliği yapabilme özgürlüğünü yaşamak mı derken bu basit
karar için bile epey bir zorladım kendimi. Sonuç itibariyle bir hafta daha
Rişikeş. (Adaleye takılmayın, hikaye erotikleşmiyor, şimdilik bakıyoz sadece).
Prem baba’yla muhabbetim sürüyor. İlk münasebetten sonra o
güçlü etki hafifledi, yumuşadı; zaman zaman satsanglarda koptuğum oldu, ama çok
da düşünmüyorum nedir ne değildir; ona sorarsan zaten “kalbinizi kalbime
bağlayın yeter”. İnisiyasyon aldım ondan. Nedir bilmeyen için, kendini Guru’ya
teslim ettiğin bir ritüel aslında; eti senin kemiği benim diye ustalara
verirlermiş ya çocukları. İşte sen kendin yapıyorsun bunu bir nevi. Ben yüce
bir teslimiyet hissinden ziyade o yaşadığım güçlü kalp yoğunluğunu (anahata
açılmasını) hatırlayabilmek, bu bağı üstatla kurabilmek için istedim ritüeli.
Bir aşamasında bileğime efenim okunmuş üflenmiş bir ip bağlayacak muhterem.
Benimse bileğimde katman katman Swami’nin her ay sonu seremonilerinde bağladı
yine okunmuş üflenmiş beyaz iplerden var bol bol. Swami sorar önce “ister misin
bağlamamı; kazadan beladan korun, yolundan şaşma diye okuduğum bir ip bu”. Prem
Baba, hiç istifini bozmadan tek makas darbesiyle kesti beyazları, kendi okuduğu
kırmızıyı bağladı ben bir şey diyemeden. Çok hoşuma gitti bu netliği. (Bu ip
durumu da enteresandır; dört sene önce Swami’nin ilk ay sonrası bağladığını
yıllar yılı tuttum bileğimde. Tayland’a döndüğüm eğitmen eğitimine, Swami’yle
tekrar yolların kesişmesine bir hafta falan kala koptu. Şimdi de yine yeni bir
Tayland sezonuna neredeyse bir hafta kala). İstanbul’dan olduğumu söyleyince
pek bir keyiflendi, uzun uzun güldü; “çok şanslısın, çok güzel bir şehir”. Evet
ya çok şanslıyım, çok güzel bir şehir. Son aylarda çok düşünüyordum İstanbul’u
özlediğimi, yavaş yavaş orada yeni bir döneme doğru hareket ediyorum sanki.
Nerede, nasıl, ne kadar bilinmez ama.
Şu maymun durumu acayip; bahsettiğim köprüde mevzilenip
kimin elinde atıştırmalık bir şey görseler hop atlıyorlar. Geçen bir tanesi
geçti çeşmenin başına, açtı musluğu, içti içeceğini, kapattı gitti. Hani akıllı
hayvan, açıyor da, kapamak ne demek?
Tabii böyle ayran pekmez geçmiyor günler, son günlerde
muhtelif türbülanslar yaşadık içerilerde bir yerlerde. Hatta “karanlıktan
bildiyorum 2” şeklinde yazmaya başladım yine ama tüm yazı boyunca kendimle
dalga geçip durduğumu ve halin acı vermekten ziyade güldürdüğünü fark edince,
yok dedim bozulmuş bu, kapattım bilgisayarı.
Prem Baba daha bir dolu şey anlatıyor elbet; bu dönemle iç
değişimin çok hızlandığını, bunu anlamaya çalışmanın acı getireceğini, daha
ziyade teslim olmak gerektiğini öneriyor. İlişkilerden, idealist zihinle kalbin
savaşından, kendi kendinle yaptığın pazarlıklardan, muhtelif dramaları tekrar
tekrar yaşama ısrarından vs. bahsediyor. Kimisi çok yer ediyor not alıyorum,
bazen de fantezi alemine dalıyorum işte.
Bugün pujaya katılmış birkaç tanıdıkla Ganj’ın yamacında
muhabbete katıldım. Lorraine’in annesi o daha çocukken kiliseye gitmeyi
bırakmış, toplanan bağışlarla kocaman bir org alındığını görünce ‘bu nasıl
hayır işi’ deyip, yolunu ayırmış. Şimdilerde tekrar gitmeye başlamış. Çünkü
artık sadece kilisede birbirine iyi davranan insanlar görüyormuş. İşte, barda,
sokakta gırtlak gırtlağız ya. Devrimse 21 Aralık’ın getirdiği, ivmelerinden
biri kitlesel sevimsizleşme herhal.
2013 hepimize ışık, sevgi, güzel muhabbetler ve şifa
getirsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder