30 Kasım 2013 Cumartesi

Ada'da kadın çemberi

Eve internet almadım henüz. Benim omuzumdaki şeytanla melek internet konusunda kapışabiliyor ve şeytan ağır bastığında kendimi saatler boyunca dizi izlerken bulabiliyorum. Sonra ayıldığımda günlerin hiçbir şey büyütmeden, üretmeden geçtiğini görüyorum. Mecburiyet mi var üretmek için; hayır. Ama mutsuz oluyorum o kadar çeşit yemek varken sürekli peynir ekmeğe talim edince.

Bugün Savita dedi, at gibi koşturmaya başladık yine. Ben o kadar koşturmasam da yarı askeri bir düzen kurmaya çalışıyorum. Meditasyonu, yogası, okumaları ve yarın itibariyle bu düzene eklenecek tez çalışmalarının ötesinde bu sene az buçuk daha sosyal olmaya istekliyim (Ah Şibumi, ah izlediğim tüm o Japon/dövüş sanatı filmleri, ah şu disiplin, irade halleri…). İstemekle olmuyor tabii, sosyallik de bir iş. Muhabbet edicen, sözleşip yemeklere çıkıcan, bağ kurucan. Epeydir kısıtlı bir çevre dışında pek yapmadığım şeyler. Eskiden İstanbul’daki yegane sosyal aktivitemizin birbirimizle hoşbeş olduğunu düşününce tuhaf geliyor tabii bu vahşilik hali.

Adadaki ilk gerçek sosyalleşmem özel bir vesileyle gerçekleşti; Shakti toplantısı dediğimiz kadınlar çemberi. Haftada bir buradaki geçmişten kalma İsrailli asker damarı güçlü, enteresan bir yoginimiz Yogita’nın yönettiği kadın çemberi toplanıyor. Oldum olası her cinsin muhabbetini ayrı severim. Üstteki katman cinsiyetse alttaki ortak bileşen samimiyet ve bu samimiyetin getirdiği bağdır bende geçerli olan. Çok özel ve güzel kadın dostlarım, çok özel ve güzel erkek dostlarım çok özel ve güzel cinsiyetini her iki diyarda gezdiren dostlarım var; ortaya karışık iyi de olsa, birebir muhabbette ayrıştırmayı seviyorum. Kadın çemberi kadın kadına muhabbette şanslı olanların yakaladığı samimiyetin kolektif hali; tırnakların, dişlerin içe çekildiği, halden anlayan dişilerin birbirlerine gerçekten gönül ve kucak açtıkları bir ortama dönüşebiliyor. Bu ilk toplantı da öyleydi; birbirimizden gündelik hayatta esirgediğimiz tüm güzel sözleri sarf ettiğimiz, dans edip kol kanat gerdiğimiz bir çember yaşadık. Kabuğumdan çıkarttı beni biraz bu deneyim.

Adadaki; daha doğrusu okuldaki Türk nüfusu 19'u bulunca bir buluşma yapalım dedik, fiyaskoydu. Uzun masada oturup birbiriyle doğru düzgün iletişemeden yemek yiyen bir güruh olduk. Gereksiz. Sonra Agama Yoga Türkiye ekibi olarak bir çekirdek buluşma  yaptık. Oh dedim, buydu ya aile, ne diye karıştırdık ortalığı.

Yoga düsturuna gelince; burası bir nevi yoga üniversitesi. 24 aylık bir programı, doğrudan üstattan alınan ileri düzey eğitim ve her bir çakra üzerine ikişer ay bireysel pratik yapılan 14 aylık bir dönem izliyor. Ben bunun ne kadarını takip ederim bilemiyorum. Ama şimdilik 8. Ayın eğitimini alıyorum. Bir yandan da 1. Düzey sınıfına asistanlık yapıyorum. Müthiş bir deneyim, Agama’nın yeni açılan salonunu tıka basa dolduran 100 kişilik grupla beraber çalışmak harika. Darısı başımıza diyorum, Türkiye’de de o günleri görürüz inşallah. Bu sabah öğrendiğime göre önümüzdeki ay yine birinci düzeye eğitmenlik yapıyorum. Burada kolay iş değil eğitmenlik yapmak, her kurumda olduğu gibi bir hiyerarşi işliyor. Aktif hoca olman, adada da epeydir boy gösteriyor olman gibi raconların yanı sıra tabii ki üstadın da ‘yürü ya kulum’ demesi gerekiyor. Böyle yumuşak yumuşak başlamak güzel oldu yani.

Okunduğu üzere hayatımdaki macera dozu biraz azaldı buraya geldiğimden beri, ama bünyenin içindeki hareketlenmeler sonsuz. Buranın insanı soktuğu bir yüzleşme hali var; en azından ben ve yakınımdaki arkadaşlar yoğun yaşıyoruz bu yüzleşmeyi. Akınla bokunla buradasın; duyguların, düşüncelerin üzerini örtmüyor tam tersine izliyorsun zihninin girdiği halleri sürekli. Sanıldığı üzere kaçacak çok yer yok. Ben de bu durumlardayım işte, bir gün yoğun meditasyon, başka bir gün çılgın libidinal haller; bir gün sevgi, öbür gün endişe. Oradan oraya gezine gezine çalışıyoruz biz küçük askerler.

PS: Bir kadın çemberi planlıyoruz Büyükada'da. Anadolu'da olurmuş böyle kadın dayanışmaları. İhtiyaç duyduk. vesile oluyoruz. 20-22 Aralık 13 (https://www.facebook.com/events/599838596720514/?ref_dashboard_filter=calendar).  




26 Kasım 2013 Salı

Rişikeş'te Ayurveda

Çok hoş bir ayurveda doktoruyla tanıştım. Buralara kadar gelip epeydir istediğim ayurvedik konsültasyonu atlamak olmaz diyordum. Önüme çıktı; bir arkadaş tavsiye etti, fazla da düşünmeden atladım gittim. Ayurvedaya göre beden mükemmel ve hastalık için herhangi bir neden yok. Yaşadığımız travmalar, düşünce, duygu şekilleri; kısaca hayatımız sapmalara sebep oluyor. Bedenimiz ve ruhumuz evrendeki dört elementi barındırıyor; üçe ayırıyorlar bu tezahürü; Vatha (hava), pitta (ateş) ve Kapha (Toprak ve su). Bu elementler dengede olunca süperiz, bazıları baskın çıkınca hastalıklar başlıyor. Aslında her insan bir veya iki elementi baskın doğuyor. Genetik hastalık aktarımına inanmadıkları için karma diyorlar bu baskınlığın nedenine. Kapha tipindekiler şöyle sağlam iskeletli bol salya sümüklü, sakin, hatta ağırkanlı; pittalar çilli, ateşli kıpır kıpır, hatta biraz agresifken vathalar da böyle havalarda gezenler. Misal ben kendimi fiziksel olarak kapha zihinsel olarak pitta sanırdım; meğer doğuştan pitta imişim. Sonradan kapha toksiniyle dolmuşum. İşte bunu temizlemek icap ediyor. Aslında çocukluktan bu yana çok şey değişti, daha farklıydım her anlamda küçükken; koşmak varken niye yürüyor ki insanlar diye ciddi ciddi sorguladığımı hatırlıyorum. Şimdiyse kıçımı devirip “n” sezon vampire diaries indirebiliyorum bünyeye bir oturuşta; tarihin en berbat vampir hikayesi olduğunu düşünsem de.

Yogayla el ele giden bu asırlık tıp bilimi haliyle ruhaniyete, metafiziğe, duygulara, düşüncelere çok önem veriyor. Herkesin hakkımda dediklerini alıp cebime koymam makul olmaz, ama söylenenler bakış açısını genişletiyor haliyle. Neyi niye yaptın, neler oluyor gibi sorulara yeni cevap seçenekleri yaratabiliyorsun. İşte bu doktor da çok enteresan yorumlarda bulundu. 6 yaşından 16-17 yaşına kadar kümese kapatılmış kartal gibiydin diyor (doğrudur, ODTÜ’yle firar ettiğimi bilen bilir). Bu benim seçimim tabii, niye seçtim henüz bilemiyciim. Prateek gibi o da vedik astrolojine bakıyor. Oldukça kafa açıcı bir muhabbetti. İkinci buluşmamızda sıra, omurgadan geçen varlığımızın temel enerji hattı şuşumna nadinin bir sağında bir solunda akan, dişil ve eril kanallarımız ida ve pingala’nın dengelenmesi için bir seansa soktu beni. Seans sırasında alttan ısıtmalı bir masaj yatağının üzerinde kayıttan gelen müzik ve yönlendirmeleri dinlerken alnımdan başıma doğru sıcak yağlar akıtıldı. O kadar tuhaf bir transtı ki kayıttan bir ara yeni doğduğuma ve etrafımdaki sesleri dinlediğime dair bir yönlendirme gelince, gerçekten kendimi o odadaki en ufak sesi bile algılarken, bu seslerin ne olduğuna (sesin ne olduğuna) dair mutlak bir yabancılık hissi ve hatta korkuyla dolarken buldum. Gerçekten yeni doğmuşum gibi hissettim ve doğum çok ürkütücü geldi.

Seansın sonrasında bir kilo daha ilaç yüklenip mahalleme doğru yola çıkacaktım ki Doktor da bana eşlik etmek istedi. “Her akşam sevgilimi görmeye giderim” dedi. Ganja sevdalıymış bizimkisi de. Müthiş bir ahbaplık hissiyle sohbet ede ede yürüdük yirmi dakikalık yolu. Sonunda gerçek bir Hint aile evine davet aldım ama bu sefer icabet etmek kısmet olmadı. Ertesi günü yola çıkacağım için bir dahaki gelişime dedim. Şimdi kullanıyorum verdiği ilaçları. İlaçların ötesinde bir takım tavsiyelerini de aşama aşama katacağım hayatıma. Bakalım, hayrını görürsem sizlere de dokunsun üstat diye çok istediği İstanbul turuna vesile olabilirim. Bizim öğrenciler Ayurveda kursu istiyorlar zaten.

Ve sonunda 2013’e kısmet oldu yılbaşını istediğim gibi kutlamak! Her sene aynı ikilemi yaşarım. Aklı başında insan yılbaşını sallamaz egosunun etkisi dururken, milyonlarca insanın ‘ahanda yıl bitiyor’ kafasında olduğu bir dönemi yok sayamamak; bir şeyler yapmak istemekle ‘ay ne uğraşıcam’ arasında sıkışmak sonucu abuk subuk etkinliklerle, hafif huzursuz geçti çoğu yılbaşı. Bu sene Prem Baba’yla, yüzlerce insanın şarkı türkü ve meditasyonuyla müthiş yumuşak bir geçiş kısmet oldu. Oh be dedim. Sonuç: yılbaşı mühim!

Adaleli delikanlıyla bir yemekten sonra toparlanıp sabahın kör saatlerinde Ganj’a bir selam çaktım (inip su almayı gözüm yemedi) ve yola döküldüm. Sonrası Delhi ve Bangkokta çılgın alışveriş turları ve inatla sabahın kör vakitlerinde yolla geçti. Bir ay içerisinde o kadar çok şey oldu ve o kadar çok yer değiştirdim ki “neler oleyor?!” halindeyim şu an. Öksürükler aksırıklar bitecek ve ben akışa döneceğim kısmetse. Akıştan ve Tayland’dan bildireceğim inşallah.


Not: Bunları yazdıktan çok sonra Ram üstadı İstanbul’da ağırladık, şifa yolunu ve enteresan gözlemlerini bir dolu öğrenci ve arkadaşla paylaştı. Devamı da gelecek sanki. 2013 Aralık’ta bu sefer onun hanesindeyiz ve beklediğim Hint ailesiyle yemek romantizmini yaşayacağım nasipse.  

5 Kasım 2013 Salı

Prem Baba

Akşamları Ganjın üzerindeki dar, çelik köprüden geçtikten sonra muhtelif köşelerde mevzilenmiş babalara “Hariom” çakmaya alışınca dedim, tamamdır. Isıtıcımın püfür püfür üfürdüğü, mumlarıyla, matı battaniyesiyle sıcak bir yuvam, selamlaştığım babalarım, üç-beş kelam ettiğim arkadaşım, böyle böyle minik rutinlerim var. Yani bıraksan kalınır burada aylarca. Ben bir hafta uzatabildim turumu. O bile çok zorladı; amanın biletler yanacak, her şeyim organizeyken niye kalıyorum ki; Prem Baba’yla biraz daha takılmak mı, yerleşme hissi geliyorken tadını çıkarmak mı, bir delikanlının adaleli kolları mı, yoksam sadece bu değişikliği yapabilme özgürlüğünü yaşamak mı derken bu basit karar için bile epey bir zorladım kendimi. Sonuç itibariyle bir hafta daha Rişikeş. (Adaleye takılmayın, hikaye erotikleşmiyor, şimdilik bakıyoz sadece).

Prem baba’yla muhabbetim sürüyor. İlk münasebetten sonra o güçlü etki hafifledi, yumuşadı; zaman zaman satsanglarda koptuğum oldu, ama çok da düşünmüyorum nedir ne değildir; ona sorarsan zaten “kalbinizi kalbime bağlayın yeter”. İnisiyasyon aldım ondan. Nedir bilmeyen için, kendini Guru’ya teslim ettiğin bir ritüel aslında; eti senin kemiği benim diye ustalara verirlermiş ya çocukları. İşte sen kendin yapıyorsun bunu bir nevi. Ben yüce bir teslimiyet hissinden ziyade o yaşadığım güçlü kalp yoğunluğunu (anahata açılmasını) hatırlayabilmek, bu bağı üstatla kurabilmek için istedim ritüeli. Bir aşamasında bileğime efenim okunmuş üflenmiş bir ip bağlayacak muhterem. Benimse bileğimde katman katman Swami’nin her ay sonu seremonilerinde bağladı yine okunmuş üflenmiş beyaz iplerden var bol bol. Swami sorar önce “ister misin bağlamamı; kazadan beladan korun, yolundan şaşma diye okuduğum bir ip bu”. Prem Baba, hiç istifini bozmadan tek makas darbesiyle kesti beyazları, kendi okuduğu kırmızıyı bağladı ben bir şey diyemeden. Çok hoşuma gitti bu netliği. (Bu ip durumu da enteresandır; dört sene önce Swami’nin ilk ay sonrası bağladığını yıllar yılı tuttum bileğimde. Tayland’a döndüğüm eğitmen eğitimine, Swami’yle tekrar yolların kesişmesine bir hafta falan kala koptu. Şimdi de yine yeni bir Tayland sezonuna neredeyse bir hafta kala). İstanbul’dan olduğumu söyleyince pek bir keyiflendi, uzun uzun güldü; “çok şanslısın, çok güzel bir şehir”. Evet ya çok şanslıyım, çok güzel bir şehir. Son aylarda çok düşünüyordum İstanbul’u özlediğimi, yavaş yavaş orada yeni bir döneme doğru hareket ediyorum sanki. Nerede, nasıl, ne kadar bilinmez ama.
Şu maymun durumu acayip; bahsettiğim köprüde mevzilenip kimin elinde atıştırmalık bir şey görseler hop atlıyorlar. Geçen bir tanesi geçti çeşmenin başına, açtı musluğu, içti içeceğini, kapattı gitti. Hani akıllı hayvan, açıyor da, kapamak ne demek?
Tabii böyle ayran pekmez geçmiyor günler, son günlerde muhtelif türbülanslar yaşadık içerilerde bir yerlerde. Hatta “karanlıktan bildiyorum 2” şeklinde yazmaya başladım yine ama tüm yazı boyunca kendimle dalga geçip durduğumu ve halin acı vermekten ziyade güldürdüğünü fark edince, yok dedim bozulmuş bu, kapattım bilgisayarı.
Prem Baba’dan bildireyim biraz; 21 Aralık için tabii ki özel bir satsang oldu. Özetle dediği 60ların cinsel devriminden sonra bu tarihle beraber ruhani devrime geçiyoruz. Cinsel devrimle kadınların alanı arttı, bu yüksek enerji özgürleşmeye başladı, fakat hedefine; kalbe varmadı henüz. O yüzden aslında o dönem hala devam ediyor. O zamanların ruhani karakterleri çok heyecanlıydı bu devrim için, şimdi de bu zamanın devrimi heyecan yaratıyor. “Law of minimum effort” vuku bulacak; azami efor kanunu. Yani insanlar çok daha az çabayla yeteneklerini kullanabilecekleri, daha kolay ve hızlı yol alabilecekleri bir döneme giriyorlar diyor. Valla benim hayatımın dilemmalarından bu mesele; yeteneklerini kullanma ve ifade etme. Yarış atı olarak yetiştirilip yapılması gerekenlere odaklanmaktı benim işim. Yetenek kısmı daha ikincil olabiliyor kafası iyi kötü çalışan biri için (zekadan doğan aptallık); o yüzden üniversite yıllarının ortasında zort diye ben dans edicem, dağa çıkıcam, yollara dökülücem diye sapıtabiliyor. Sonraki yıllarda da ‘ne yar ne ser’ arada kalıyorsun. E anca biraz bünye toplanıyor otuzlarda. Buranın çatlak astrologlarından birine gittim, epey ünlüdür kendisi. (Gördüğünüz üzere aktif dinamik heyecanlı bir spiritüel turistim; her taşın altına elimi sokmaktan çekinmiyorum) Durup dururken dedi senin dans etmen lazım, sana iyi geliyor. Zaten sen göbek dansçısıydın Mısır’da geçmiş hayatında. İşte bu ne yar ne ser dönemimin 2013 ortasıyla sonlanacağı ve rahata ereceğim bilgisini aldıktan sonra ohhh diyerekten hemen önerdiği sarı safir taşlı yüzüğü edindim, maksat cinnetten kaçma bahanesiyle ziynet.
Prem Baba daha bir dolu şey anlatıyor elbet; bu dönemle iç değişimin çok hızlandığını, bunu anlamaya çalışmanın acı getireceğini, daha ziyade teslim olmak gerektiğini öneriyor. İlişkilerden, idealist zihinle kalbin savaşından, kendi kendinle yaptığın pazarlıklardan, muhtelif dramaları tekrar tekrar yaşama ısrarından vs. bahsediyor. Kimisi çok yer ediyor not alıyorum, bazen de fantezi alemine dalıyorum işte.
Bugün pujaya katılmış birkaç tanıdıkla Ganj’ın yamacında muhabbete katıldım. Lorraine’in annesi o daha çocukken kiliseye gitmeyi bırakmış, toplanan bağışlarla kocaman bir org alındığını görünce ‘bu nasıl hayır işi’ deyip, yolunu ayırmış. Şimdilerde tekrar gitmeye başlamış. Çünkü artık sadece kilisede birbirine iyi davranan insanlar görüyormuş. İşte, barda, sokakta gırtlak gırtlağız ya. Devrimse 21 Aralık’ın getirdiği, ivmelerinden biri kitlesel sevimsizleşme herhal.

2013 hepimize ışık, sevgi, güzel muhabbetler ve şifa getirsin.