‘Okumaya değer bir şeyler yazmak lazım’ derken
bulunca egomu, biraz mola aldım. Grafomani vardı eskiden beri zaten. Sadece
kendi yazdıklarım üzerinden değil başkalarının içindeki saklı yazma/okunma
takıntısını kaşımak için “defter” düsturunu geliştirmiştim. Önce kendime özel,
sonra en yakın dostlarla ortak “defter”ler, zamanla uyduruk ajandadan ciltli,
şekilli oldu; “seçilmiş”lere verildi birkaç günlüğüne. ”Seçilmiş”ler tabii önce
başkaları neler yazmış diye, şimdi facebook’un ziyadesiyle karşıladığı röntgen
zevkini yaşayıp, doyduktan sonra kalemi ellerine alırlardı. En son geçen sene
baktım tarihi teee ortaokul zamanlarına uzanan “defter”lere, bugünün kafasıyla
bile ‘vay anasına’ dedirten yazılar var; Fasih, Emin, Alper bir döktürmüşler
ki… Oğlanlar felsefe, sci-fi giderken kızlarımız (ben dahil tabii) kendi
duygusal alemlerinde o yaşlarda. Bir de tabii en özel defterler var; yıllar yılı kelime konuşmadan sadece
birbirimize defter uzatarak ilişkimizi sürdürdüğümüz yansımalarımla paylaştığım.
O muhabbetin üst perde (yogaca vişuda düzeyinde dediğimiz) derinliğini ömür
billah taşıyacağız sanırsam.

Buranın koza etkisinden bahsetmiştim galiba
daha önce. Agama topluluğunun bir akışı var. Bir takım etkinliklerde, Soma
restoran gibi sosyal ortamlarda kesişmeler, belli bir jargon üzerinden (ki bu
jargona gerçekten agamaca diyeceğim, çünkü new age ‘birlik, sevgi’
geyiklerinden farklı; daha teknikJ) derdini ifade etme durumu ve kendi meselen neyse onunla uğraştığın
çalışmalar, deneyimler. Arada bir de çoğumuzun dışarıdan gelen her şeye bir dur
deyip içe dönmek için girdiği inzivalar. Tam puja ve Rishikesh’in beni soktuğu
inziva halinden çıkmışken Kaşmir Şivaizmi inzivasına başladım dün itibariyle. Kaşmir
Şivaizmi isminin geldiği topraklardan, üstadın temel ilham kaynaklarından, özü
sufizme çok benzeyen monistik bir öğreti. Geçen sene kuramını 5 günlük bir
kursta vermişti; şimdi de inzivasıyla devam. Buradaki inzivalar genel
itibariyle 8 gün sürüyor, belirli bir çakra veya öğreti üzerinden bol
meditasyon, biraz hatha yoga ve tam doz kendi kendinle kalma durumu. Mümkünse
sessiz kalman öneriliyor. Ben mutlak sessizlikte bir inziva yapmamayı seçtim;
önümüzdeki ay bir inzivaya daha gireceğim, doz aşımı olmasın dedim. Ayrıca
benim mutlak inzivadan anladığım epey radikal olabiliyor; şu an birilerine yazı
yazmak bile sessizliği bozan bir şey benim için. Her neyse, onun yerine biraz
akışına bırakayım, kasmayayım dedim. Akış ise meditasyondan çıkar çıkmaz eve
koşup kendi başıma kalmayı getiriyor iki gündür. Meditasyon zamanının yüzde
kaçını gerçekten zihni durdurarak geçirebildiğimizi hesap edersek komik bir
istatistik çıkabilir ortaya. Bu nedenle onca saat oturunca insanın kafası
yeterine kalabalık oluyor. Yakın geçmişle başlayıp epey bir tarihe dokunan bir
dolu anı, kişi fırtlayabiliyor kara delikten. Bir anda içinden korku, endişe,
şehvet, özenme, yılma gibi nereden geldiği belli olmayan duygular çıkabiliyor;
çıktıkları gibi hemen kaybolmuyorlarsa belli ki bir kat daha var orada, altına
bakmak lazım. Ben henüz derin bir mücadeleye girmedim, tatlı tatlı gelen giden
haller var ama daha başındayız bakalım. Bir de ben şahsen coşkumu arıyorum şu
aralar; kaçtı gitti bir ara; bekliyorum dönsün diye.
Üstat bir süredir ruhani testler diye bir dizi
ders veriyor haftada bir. Adı ruhani test ama verdiği örnekler bizi herhangi
bir amacımızdan alıkoyan haller, o yüzden her yola gelir diye biraz bahsetmek
istedim. Daha önceki yazılarda bahsettiğim kök çakra etkisindeki bir zihniyetin
kendine koyduğu tuzakların başında mantıksız korkular geliyor. Misal düşünceni
ifade etmekten korkmak, bu iş için çok yaşlandım, çok toyum,şuyum yok bunum çok
gibi bahaneler üretmek veya daha fobiye varan korkular, uçak, böcek vs korkusu
gibi; hiçbir mantığı olmayan korkular. Benim geçen sene ruhum şeş-beş olmuşken
çok yaşadığım bir durumdu bu, ‘ya aileme bir şey olursa ben buradayken’
takıntısı, eser mik

tarda uçak korkusu, kaza korkusu gibi bir dolu korku
edinmiştim. Bırakabiliyorsun şükür bunları; artık yoga mı yaparsın terapi mi
görürsün… Üstadın önerisi tabii ki özgür iradeni kullanıp üzerine gitme
yönünde. Saçmaladığını görüyorsun, korkman için elle tutulur hiçbir neden
olmayan durumlarda bırak işte zırvalamayı. Ha, savaş fotoğrafçısısın ve
korkmadan bombalamaların üstüne üstüne gidiyorsun, o başka bir patoloji tabii.
Bunun dışında aşırı tembellik, hareketsizlik ve aç gözlülük tipik muladhara
halleri. Kıçını kaldırıp da eyleme geçememek bir türlü veya ‘daha çok para
kazanmam lazım, hayatımı güvenceye almam lazım’ diye hiçbir şeyin güvencesi
olmadığını bile bile asıl yapmak istediklerini erteleme durumu.

İçgüdülerin, duyguların, hayal gücünün alemi
olan Svadistana çakranın zihniyetindeki kişinin yaşadığı testlerin başında
genel bir kafa karışıklığı var. Gerçekten ne yapman gerektiği ile ilgili
kafanın net olmaması bir türlü; hani sabah kalkınca meditasyona oturmak yerine (kişiye
veya amacına göre tezini yazmak, raporunu, besteni bitirmek felan gibi
uyarlanabilir) ‘amanın evi temizlemem lazım’ diyip motor takmış gibi kendini
temizliğe vermek, sonra araya bir telefon görüşmesinin girmesi, sonra o
telefonu takiben mutlaka gidilmesi gereken bir buluşma, sonra başka başka
‘araya giren’ şeyler sonucunda o meditasyonun yalan olması durumu. Svadistana
kafasının en yakın kankası cep telefonu bu anlamda. Kafa karışıklığına eşlik
eden bir diğer tipik hal kişinin kendi yarattığı dramalara kapılıp üstüne bu
dramaları hayatta bir örüntü haline getirmesi. Sonracıma konfor düşkünlüğü,
zevk peşinde koşmak. Bir arkadaşımın örneği yıllardır aklımdan gitmez nedense
tüm basitliğine rağmen. Üniversite sınavlarına hazırlanırken yanına bir kase
şam fıstığı koyarsın test çözerken atıştırmak için; bir anda test kaynar ve sen
tüm dikkatinle açılmamakta direnen fıstıkları diş-tırnak kombinasyonuyla kayıp
vermeden bünyeye kazandırmaya çalışırken bulursun kendini. Yaş ilerledikçe bu
zevklerin kapladığı alan büyüyor ve bir kase şam fıstığının yerini ertesi günün
ortasına kadar ayılamadığın alemler, saatlerini gömdüğün
diziler/filmler/oyunlar veya alışveriş alabiliyor. Svadistananın alameti
farikası şehveti unutmamak lazım tabii; mevzunun ayarını kaçırmak de sorun
olabilir, öylesini tanımadım diyemeyeceğim; bilir kendini, görmedi hayrını. Ben
çok haşır neşir olmadım şükür ama depresyon tipik svadistana kara batağı.
Son
dersinde manipura testlerini anlattı. Manipura biraz daha makbul bir çakra
diğer ikisine göre, temiz çalıştığında o da; cesaret, güç, irade, liderlik zart
zurt; samuray halleri. Severiz. Az capon Çinlisi filmi izlemedik. En sevdiğim film
parçasıdır üstadının çekirgeyi yetiştirdiği sahneler. Miyagi san’ın sinek fantezisinden B.
Kiddo’nun ismini unuttuğum ustasının kılıcın tepesine konup hatunu teperekten
geriye takla atmasına kadar hastasıyım. Ama pisi de pis manipuranın, kontrolsüz
ego, kavgacı, agresif, huysuz haller. Önce bu kafadayken üslubun gereksiz
sertleşmesinden, kavgacılıktan, egoizmden bahsetti. Sonraysa manipuranın en
büyük testlerinden birinin ruhani pratikle (veya artık derdiniz her neyse onun
peşine düşerken) hem kişinin hem de düzenin değişmesi ve bu değişim nedeniyle
hayatın kontrolünü kaybetme paniğinden bahsetti. Hoşgelmişinizzzzz dedim. Diğer düzeylerdeki
sorunları da zaman zaman bolca yaşasam da bu aralar mevzu budur. Peki puja
yoluna çıktığımdan beri uğraştığım mevzunun bu derslerde löp diye kucağıma
düşmesi senkronizm mi apophenia mı?