27 Ekim 2013 Pazar

Puja Yolundan: Tarapit

Kamakya’nın kucaklamasından sonra pujanın son aşaması, içinden geçtiğimiz tüm enerjilerin varlığımızda sabitleneceği son durağa doğru yola çıktık. Tarapith; 10 kozmik güç, 10 tanrıça arasından Tara’nın mekanı. Tara merhametin temsili. Gel gör ki merhamet hissiyle pek karşılaşmadığımız bir ortamda bulduk kendimizi. Bir kere ritüeller bu sefer tapınaklarda değil, ölü yakım alanındaydı. Ortamdaki babalara bakıyorsun, çoğu kırmızılara bürünmüş, dev rasta saçlı, her tarafından boncuklar sarkan yarı deli görünümlü ürkütücü tipler. Kamakya’da tapınakların önünde afiyetle ot çekenlere ek burada bir de ciddi alkol durumu var. Yani tantrik yolda kendinden geçmek için araçlar değişebiliyorJ Kafayı bulmuş “Jai Ma Tara” diye ortada bağrınan insanlar arasında yine başlıyorsun sormaya “ne işim var lan burada?”.

Bu şenliğe rağmen girdiğimiz ortamı dönüştürdüğümüz muhakkak. Kırmızı dhouti’ler (erkeklerin bellerine sardıkları bir kumaş parçası diyebiliriz) ve sariler (bu daha tanıdık herhal) içinde grubumuz kendi tapınağını yarattı bir nevi. Manu’nun önceden hazırladığı dev yantra çizimleri yerlere serildi ve kadınlar bu yantraları rengarenk pirinçlerle kaplayarak renklendirdiler. (Sırf renklerle oynayabilmek için ayakkabı yapmaya başlayan ben bayıldım tabii bu eğlenceye). Guruji ayrıca yine pirinç ve kum karışımlarından, sonradan üzerinde ateş ritüellerinin yapılacağı başka yantralar hazırladı, hepsini çeşitli hatlarla birbirine bağladı. Hatta ikinci gün dışarıdan “bu gavurlar ne eder” diye hayret ve ibretle izleyen insanları yanaştırmamak için ortamın etrafını da renkli pirinçlerle sardı ve tuhaf bir şekilde az sayıda istisna dışında mahalleli o sınırları aşmadı. Kahvaltı etmeden gelip neredeyse akşam saatlerine kadar sadhana (ruhani pratik) yaptıktan sonra Guruji’yle aynı üstadın öğrencisi Ma’nın yaptığı yemeklerle (prasad) orucumuzu açtık. Sabah 9’dan akşam 8’e kadar neredeyse sürekli aynı ortamda kaldık iki gün boyunca ve sanki toplamı bir dakika sürmüş gibi geliyor bana. Çok özel bir kapanıştan sonra Guruji’den bir sonraki pujaya hazırlık mantralarımızı aldık ve BİTTİ. Grubun küçük bir kısmı Guruji’nin evine dönerken çoğunluk Rişikeş’e doğru hareket etmeye başladı bile aynı gece.
Hala bitmiş gibi gelmiyor bana ama bu bana özel, tesadüfi bir his de değil. Üstadın dediğine göre pujanın etkisi bir ay boyunca sürecek, arınmalar devam edecek ve enerji bu sürecin sonunda sabitlenecek. Valla ne oldu ne bitti bilmiyorum, kendi hanemde ne oldu ne bitti onu da bilmiyorum henüz; hazmedip göreceğiz inşallah.

Pujadan sonra Hindistan’a gelmişken biraz turizm yapayım, Varanasi veya Nepal taraflarına geçeyim diyordum ama Manu yedi alemin Rişikeş’e, Prem Baba denen üstadın derslerine katılmaya gittiğini söyleyince “e bari hadi biz de gidek, kimin nesiymiş şu Prem Baba görek” dedim. Prem Baba, özellikle Agama’nın kimi zaman sert disiplininden, metodolojisinin bazı boyutlarından yorulan, zorlanan veya bir eksiklik hisseden “yolcu”ların kapısında buluştuğu bir üstat. Agama’da varlığımızın farklı düzeylerinde (çakralar ve bedenlerle ifade ediyoruz bunları bilmeyenler için) yaşadığımız pek çok tıkanıklıkları ve sorunları metodik bir şekilde, enerjiyi yükselterek daha rafine ve yüksek zihinsel, duygusal hallere taşıyarak aşmayı öğreniyoruz. Enerjiyi yükseltsen bile oradaki sorunu temelli çözmüyorsun aslında ama o sorunu besleyen zihinsel/duygusal halden çıkınca başka bir bakış açısı kazandığın için çözebilme imkanın artıyor bir nevi.  Çok çok değerli bir teknoloji bu. Bazıları ise bunun yanı sıra başka bir yaklaşımın da arayışına girmişler ve Prem Baba’da buluşmuşlar.  Agama’da kendime yakın hissettiğim pek çok insandan duydum Prem Baba’yı; Brezilyalı olduğu ve çok kalpten yaklaştığı dışında hiçbir şey bilmeden, bilmek istemeden geldim buraya. Guru arayan biri değilimdir; hayatta çok değerli hocalar edindim, ediniyorum, teslimiyeti de yaşadım ama “birinin kanatlarının altına gireyim onun yolu da beni acılarımdan kurtarsın” demedim.  Daha çok denk gelmelere bıraktım kendimi. Velhasıl bugüne yaklaşayım, Prem Baba’yla ilk güne.
Uzun, upuzzzzuuun, trenden trene koştuğumuz ama görece rahat bir yolculuktan sonra artık 30 kilo taşımaktan yılmış tutulmuş kaslarım ve zor yollarda beni hiç yalnız bırakmayan (!) adet dönemimin yorgunluğuyla gözümüze hoş görünen ilk otelin mütevazi odasına attım kendimi. O kadar ucuz ki burası Joceline’le ilk defa tek başımıza oda tutma lüksünü yaşayalım dedik. Ortak banyo ama temiz; belli ki başka bir dolu seçenek var Rişikeş’te ama biz bıktık artık taşınmaktan ve tamamdır dedik. Bir de şansımıza Tarapit’de şöyle havuzlu, palmiyeli, plazmalı, oda servisli bir otele denk geldik komik bir fiyata; rahatız yani manen, doymuşuz konfora. En azından oldukça merkezi bir yerdeyiz, hoş bir ortamımız var ve Prem Baba’nın satsang’larının (guruyla buluşmaların) düzenlendiği salona çok yakınız.
Rişikeş nedir ne değildir çok anlamadan, hafif de üşüyerekten ama bol rüyalı keyifli bir uyku sonrası biraz homur homur uyandım. Yok banyoydu, yok şuydu buydu vırvırlanacakken bir şekil geldik işte Satsang salonuna. Baktım etrafa, tipik dallı güllü kıyafetli, şallı, lepiska saçlı neo hippi karakterler; yüzlerinde sabit, sümüksü bir tebessümle birbirine sıkı sıkı sarılan insanlar. Amanın dedim, düştük yine bilindik alemin içine. Yalnız bu arada dip not düşeyim, hani bu yeni çağ ruhani aleme berduş hippiler takılıyor sanmamak lazım, fiziksel olarak dikkat çekecek kadar güzel, ışıl ışıl bir dolu insanla doldu taştı salon. Bir kısmını bizim puja tayfasının oluşturduğu herhalde 200 kişi falan vardı salonda. Ama itiraf etmek lazım, salon tertemiz, huzurlu; yastıklar dizilmiş yerlere herkes rahat konforlu takılsın diye. Ortada bir takım özgür ruh bebeler falan. Ortam nefis batı usulü ruhani yani. Derken bhajan başlandı. (Burada zaten genel bir müzik durumu var, şu an da yan masamda biri çıkarmış yan flütünü, diğeri gitarını; öttürüyorlar). Öyle bir gitar, bir harmonium çakma Bhajan değil, epey enstrümanın adabıyla çalındığı, çok güzel vokallerin olduğu düzgün bir dinleti; katılanı var katılmayanı var ama bozan yok. Ne yapacaksın ortam böyleyken, bir meditasyon tutturup salınıyorsun sen de şüphelerinin arasından. Derken grup ayaklandı ve Prem Baba girdi içeri. Kalpten bir düğüm attı ve bir kaç göz yaşı geldi daha ne olduğunu anlayamadan. Dedim, hislendim; Bhajan, yorgunluk şu bu; geçiştirdim o hali ama daha önce hiç böyle güzel bir gülüş (ve esmer yüzün arasından ara ara görünen böylesine beyaz dişler) görmedim.
 
Satsang’ı İngilizce bilmesine rağmen - sanırım yoğun Brezilyalı kalabalık nedeniyle de- Portekiz’ce veriyor, bir eleman da çeviriyor. Takibi biraz zorlaştırıyor bu durum ama ne yapalım. Prem Baba psikoloji altyapısı nedeniyle öğretisinde bu batı bilgilerine çok değinen, kişinin aynı zamanda hem ilk kahramanları ve hem de düşmanları olan ebeveyniyle ilişkisinin dönüşümünün önemini çok vurgulayan bir üstat duyduğum kadarıyla (işte kulağını tıkasan da duyuyorsun ister istemez). ABC diye bir inzivasından bahsetti arkadaşlar; doğum anından itibaren ailenle yaşadığın her türlü zorluk, bilincinde olduğun ve olmadığın travmaların çözümü üzerinde duruluyor anladığım kadarıyla. Vivian’ımla yaptığımız uzun sohbetler geldi hep aklıma; bu konuya çok kafa yormuş, bana da çok rehberlik etmişti Vivian. Üzerine ben de özellikle Irvin Yalom’un ve benzeri varoluşçuların önerileriyle epey uğraşmış, hatta kendimi oldukça zorlamıştım bu konuda. Aslında bir dönem o kadar çok yönden aileyle ilgili yüzleşmeye zorlandıydım ki; dönüştürmeye karar verdiğim kronik rahatsızlıklarımın altından bile annem çıkıyordu misal. Güzel hocam Laura sağolsun, kendimi boğacak kadar derinleştiğim bu yüzleşmeleri böyle yekün değil de teker teker, yumuşak yumuşak yapmam icap ettiğini idrak ettirdiydi sonunda bana da biraz yol alabildiydim. Sonuç itibariyle Prem Baba’nın satsangında bahsettiği bazı şeyler çok tanıdıktı. Ebeveynimizle nihayetinde ayaklarının önünde diz çöküp bizi bu hayata kavuşturmaya aracılık ettikleri ve bize tuttukları aynalar için şükredecek hale gelene kadar bazı yüzleşmelerin yaşanması gerektiğinden çok kısaca bahsetti. Bol biberli duyguları izlemekten; tepki vermeden, kendini özdeşleştirmeden şahitlik etmekten dem vurdu. Anlattıklarından not aldığım bazı şeyler var, derinine girmeden anlatmak ne kadar yerinde bilmiyorum, bir deneyeyim. Misal pişman olmanın kutsallığı, öğreticiliğini anlatırken, pişmanlığın kendini suçlamaktan çok farklı olduğunu; kendini suçlamanın büyük bir sevgisizlik hatta kendinden nefret içerdiğinden bahsetti. Pişman olma hali üzerine, bu ayrım üzerine düşünmek lazım. Bir başka ilgimi çeken ayrım da özellikle ruhani yoldaki şüpheler bağlamında anlamak ve derinlemesine algılamak (understanding – comprehention)  kavramları arasındaki. Bunu çözümleyebiliyorum sanırım; misal Guruji neyi niye yaptırdı hiçbir şekilde anlamıyorum ama Şakti’yi, çalıştığı yoğun evrensel enerjileri algılayabilirim (algıladım diyemeyeceğim henüz, zamana ihtiyacım var).  Bu ve benzeri bir dolu muhabbetten sonra yine bir Bhajan ile kapandı oturum iki saatin sonunda. İlk gelenlerin ve ayrılanların selamını kabul edeceğini bildirdi Prem Baba. Baktım bir dolu insan sıraya girip huzurunda eğiliyor. Yine tüm şüphelerime rağmen onu hissetmek istediğim için girdim sıraya. Swami’den bilirim, yamacında durdun mu bir elektromanyetik alan içine girmiş gibi olursun, başka bir türlü hissedersin böyle güçlü karakterleri. Baktım tabii insanlar napıyor, neler oluyor sıradayken. Ayaklarına kapananlar, her bir ayağını öpenler, çiçekler verenler… Bana fazla… Çocuklar çizdikleri resimleri veriyorlardı; dikkatimi çeken Prem Baba verilen her şeye öylesine değil, olanca dikkatiyle bakıyordu. Kimisiyle konuşuyor, kimisininse selamını alıyor sadece kocaman bir gülümsemeyle. Ve geldi işte sıra bana ve hat koptu. Gözlemin, şüphenin, niyetin boş olduğu, kendiliğinden dolu dolu bir an. Kalp sanki normal boyutunun üç katı büyümüş göğüsten taşacak, o yüzden ellerle desteklemek gerekiyor; yani selamdan değil öyle olması gerektiğinden eller kalbe gidiyor. Gözlerin seni gördüğünü, gülümsemenin içini ısıttığını hissetmek; mutlak kabul ve mutlak huzur hissi. Öylesine çarpıldım ki kalbimde bir düğüm (sanskar) çözüldü, yine boşaldı birkaç damla yaş. Düşük düzeylerden gelen histeri değil, kalptan yumuşacık bir çözülme naçizane bilgime göre. Kabul ettim orada; bir yol seçmek bir guru seçmek değil mesele; çok güzel bir ilham almak belki sadece. O da yeter.  



Fotoğraflar: bbtomas.com





23 Ekim 2013 Çarşamba

Encounters with Istanbul

Deconstruction vs Reconstruction?
The first step I took in İstanbul ended up being into the Taksim square as I missed the stop I had to get off from the shuttle while chitchatting with Girisha. So I passed through Gezi Park, where it all started. An uprising unheard of, which shook us to the core even while we were soooo far away in our cozy little island. It was around 8 in the morning and there were still some people sleeping in the park. I guess there are always some people sleeping in the park but it feels different when they are some “clean”, mainstream youngsters wrapped in colorful blankets instead of drunkards. Although no other visible sign indicating any action, the vibe in the park is strong. A deconstruction is happening. I don't know how far it will go. As the deconstruction of my tiny little world is happening full-on this year it is kind of symbolic to step into Gezi Park right away.

I thought about Sevil while passing through the park; she lives very near, I missed her a lot and she would have all the stories about the uprising. But then I thought better to visit the family home with no family inside. Dad in motherland Caucasus, Mum in summer house, sis in Greece, me just arriving. Citizens of the world, huh! We'll all be together quite soon but I like it when I am just on my own after a long travel. Having a phase of readjustment eases the transition from one world into another. So I head home taking a shuttle from Taksim square, walking the familiar steps towards our flat which I have taken millions of times over the dozens of years my family has been residing here. And here comes the second wave of deconstruction...As the apartment will be rebuilt soon the garden is somehow deserted, the automobile gallery at the entrance is closed down, even our flat feels deserted with the shower tab broken and some other little staff to be fixed. I am loving this! It feels like an opportunity for a major reconstruction in our lives, a great momentum to step out of a house which has witnessed our different states for the last thirty-something years. I wish I could be equally positive about the deconstruction happening in my country or in me as a matter of fact. I feel content, though concluding a phase and stepping out of the bubble I lived through that phase somehow brings all kind of emotions mixed with a few drops of numbness.

The latest journey of de/reconstruction started 8 months ago somewhere in the middle of India with the puja, evolved in several phases in Koh Phangan. Since then, until April I have been sharing my experiences with a group of selected friends from Turkey. Feeling like a child who has found her toy lost ages ago. Sooo long ago that she only has the memories of how it felt while playing with it instead of what the toy looked like; so new, so exciting. That's how sharing my written words felt like to me. I thought about the specific phase; April to July where I didn't write a single word to anyone; first I thought it is the intensity of my life transitioning from ascetic practice to something new, refreshingly exciting pepped up with high-school-quality romance. But then again why being hard on myself, blaming myself for the disconnect. I was simply enjoying being in the moment and didn’t feel like reporting back; my graphomania was replaced by sharing expression through movement with a group of friends and non-friends every Tuesday, by running from one retreat to another, from one class of learning to another class of teaching, by love in all forms and qualities – friendly to kinky;)
Life is intense, my connections are intense in this period. One close encounter follows another. I just finished a spontaneous skype with one of my Guru’s, amazing Laura; another Romanian in my spiritual path. After my first experience with Agama 4,5 years ago, I went straight to Cyprus; started practicing every day which was good. Trying hard to integrate morals and ethics of yoga into my life, which was challenging. My tendency of being hard on myself created tiny little bubbles of confrontation popping up in my consciousness, accumulating so fast and high in number I felt suffocated. Then a funny little story of synchronicity happened. I was having major issues with my boss; my demonic witness. During one of the peak periods of me troubling myself uselessly about these conflicts, this woman happened to stop by at our office to visit our assistant. Although she is not a regular smoker she insisted on going out to the shared balcony between my office and my assistant’s. My assistant was hesitant since she knew I would be practicing yoga during that lunch break and didn’t want to disturb me, but the woman insisted and out of the blue she started talking about problems with seniors, how we cannot change people but only our attitude towards them etc. My assistant listed to her with eyes wide open and stormed into my office after she left; telling me it is time! So Laura entered my life. She simply said “I am here for you” in a very indirect way and I followed her call. Now I may also be able to help her; she may join Agama Yoga Turkey’s intensive camp in November to give and receive, to step out of her own bubble. Let’s see.
It is all still fast, still intense; at home just for a couple of hours and already some deep talks with people, a semi-consultation with Guru and some Agama Yoga Turkey work. It feels good. Tired now but content; even excited about what comes next.



Puja Yolundan: Kamakya

Ortaokul zamanlarından beri hayatımdan eksik olmayan bir dostum uğradı geçenlerde yola düşmeden. Benim seyahat sonrası hikaye anlatma beceriksizliğimle dalga geçti bir güzel ve ohh dedim, ailem anladı artık ketumluğumdan değil, dilim dönmediğinden anlatamıyorum. Tunç’un dediği gibi “eee, deniz vardı, palmiyeler falan, çok güzeldi” diyip geçiyorum. Madem öyle yazalım, yazmaya çalışalım. Bu seyahate özel yazmak da bir mesele, çünkü bir puja’daydım, Sanskritçe ruhani seremoni, bir nevi hac yani. Böyle bir yoldaki uygulamaları paylaşmak ne paylaşana ne paylaşılana hayırlı; ama neredeydik ne yaptık ne yedik ne içtik bahsedebilirim.
İnatla hala Bombay dediğimiz Mumbai uçusunda Gülenay ve Rebecca ile karşılaştım. Gülenay ilk Sundance’te sonra da Vipassana inzivasında yollarımın kesiştiği eski bir arkadaş. O da Agama’ya gitti, bir buçuk sene orada kalıp hocalık nosyonunu alınca da kendi yoluna çıktı. Rebecca ile ise geçen sene Tayland’da tanışmıştım. Böyle sessiz sakin, kendi halinde bir kızcağız ama bir  Havai dansı yaptı bize ne olduğumu şaşırdım; o ‘kızcağızın’ içinden müthiş bir zerafet ve kıvraklık çıktı, Havai dansının bu kadar  naif ama dişi olduğunu hiç fark etmemiştim.
Beraber havaalanında ilk Samosa’mızı yiyerek aktarmamızı bekledik ve Nagpur’a, Hindistan’ın göbeğine uçup oradan bir otobüs bir taksi Saoneer’e, Guruji’nin evine vardık. Ben kendimi Vipassana inzivalarına özgü o sessiz sakin, kadın erkek münasebetinin olmadığı içe dönük bir ortama hazırladıydım ama tabii Agama insanlarının olduğu yerde bu ne mümkün, cıvıl cıvıl şenlikli bir durumda buldum. Yoga eğitmenliği eğitimini beraber aldığım arkadaşlar, özellikle Joceline sağolsun biraz sessize sığınabildim. Joceline eğitim boyunca hiç sohbet etme fırsatı yaratmadığım, sessiz sakin, içine dönük ama sevimli bir kız. Biraz batı kafasında ve huysuz da bulurdum onu o zamanlar çok tanımamakla beraber.  Kısmet bu zamanaymış, kurtarıcım oldu resmen. İçine girmek istemediğim o sosyallikten beraber uzaklaştık, bana Guruji’nin evi ve hemen yanındaki Ayurveda fabrikasının odalarından oluşan konaklama alanının en göze hoş görünen köşesinde bir yer gösterdi ve böylece başladık.

Bu yola en sevdiğim Agama hocam Manu’nun vesilesiyle çıktım. Bu adam bu üstadlarla çalışıp böyle güzel bir melek oluyorsa tamamdır dedim. Guruji  Shambala’nın kralının himayesinde beyaz Tantra yolunda bir usta. Beyaz tantra hak yolunun hayatın, evrensel enerji ve güçlerin içinden geçen versiyonu diyebilirim.  Pratikte mantralarla ve yantralarla, Mahavidya’lar gibi kozmik güçlerle yapılan meditasyonlar, farklı elementleri içeren ritüeller; hayli şamanik bir durum. Uzatmıyorum bu kısmı, merak edene bilahire… Ben açıkçası hem beyaz tantra deneyimini yaşamak için hem de Manu ile uzun sohbetler sonunda bir şekil ikna olup çıktım bu yola. Hani artık yoga hocasıyız ya, bilelim bir şeyi anlatıyorken neden bahsettiğimizi. Hem de çok uzun zamandır ucunda ne olduğunu bilmediğim bir yola çıkmıyorum. Ne yiyeceğimi bildiğim restoranlar, ne alacağımı öngörebildiğim butikler, nasıl bir ortama gireceğimi bildiğim tatiller… Hatta geçen sene kimileri için çok radikal görünen Tayland’da aylar geçirme kararında bile aslında daha önce gittiğim, bildiğim bir adaya; öğretisini deneyimleyip benimsediğim bir okula gidiyordum.  Ha şimdi de sürpriz faktörünü azaltan çok unsur var, katılımcıların çoğuyla aynı okulun öğrencisiyiz, bir kısmını şahsen tanıdığım 100 kişilik bir arkadaş grubunun güvenliğindeyim yani. Ama işte adım adım, şanti şanti belirsizliğe toleransımızı arttırıyoruz.
Manu bu yola çıkmadan hepimizi çok uyardı yazılı sözlü; çok primitif koşullarda, sefillik yaşayacağımızı, pratiklerin uçuk kaçık gelebileceğini, neyi niye yaptığımızı anlamakta zorlanacağımızı ve batılı kafalarımızın buna isyan edebileceğini, teslim olmayı deneyimlememiz gerekeceğini ve her şeyden önce bir dolu arınma sürecinden geçeceğimizi… Ruhani yollarla ilgilenmemiş olanlar için diyorum, arınma dediğin pis bir şey:) Hem bedenen hem ruhen bir temizlenme sürecine girince yine aynı şekilde hem bedensel hem ruhsal tepkiler verebiliyorsun; içinde beslediğin kara deliğin derinliğine, yazgına göre de bu tepkiler oldukça şiddetlenebiliyor.
Saoneer pek çok batı Avrupalıyı delirtecek koşullardaydı belki ama yurdumun köy evlerinde bolca konaklamış, üniversite yıllarında uluslararası gençlik kamplarında uyku tulumlarında sıkış tıkış yerlerde yatmış, dağlara kamp atmış biri olarak ‘pehhhh!’ dedim.  Beş gün o ritüel senin bu meditasyon benim… Amma ve lakin o kadar kolay olmadı tabii. Bu puja Muladhara, yani kök çakra düzeyinde çalışıyor. Muladhara bedenimizle evren arasındaki köprüyü kuruyor. Yani tüm fiziksel varlığımız; bedensel sağlık ve gücümüz, fiziksel aleme dair isteklerimiz, ihtiyaçlarımız, endişe ve korkularımız, egomuzu şişiren bağımlılıkların büyük yüzdesinin kaynağı bu çakra. Haliyle herkes sırayla hasta oldu, bir dolu zorlu duygular düşünceler su yüzüne çıktı. Saoneer’deki 3. Günümde hayli ağır bir grip başladı; dördüncü gecemde astımla da şenlenen hastalığımla cebelleşirken bu kök çakra duyguları öyle bir kabardı ki dayanamadım açtım bilgisayarı yazmaya başladım içinden geçenleri. Aklımın daha duru ve seri işlediği ilk gençlik zamanlarında yazarak şifa verirdim kendime; baktım uyuyamıyorum bu sıkıntıları yazar da rahatlarım belki dedim ve neler çıktı inanamadım. İçimdeki rezil, sefil, çirkin, mutsuz, ezik, başarısız, yalnız, sevgisiz beni en dibine kadar yaşadım o saatlerde. Şimdi okudukça keyif aldığım bir samimiyet, bir temizlenme hissi var o yazıda. Ondan sonra puja boyunca bu kadar yoğun olmasa da benzer duygusal kabarmalar ve özellikle para ve kariyere, ilişkilere dair bir dolu endişe çıktı ortaya.


Böyle böyle madden ve manen sefil, ritüeller sırasında ara ara durup ‘napıyorum ben burada, manyak mıyım neyim’ diye diye geçti günler. Puja’nın 6. gününde bir sonraki durağımıza Kamakya’ya doğru yola çıktık. Düşünün 101 kişi ve Guruji’nin yedi sülalesi aynı uçakla Kalkuta’ya uçuyoruz! Toplu seyahat konusunda rekorlarım 4 otobüs AEGEE’li genci Ankara’dan Kapadokya’ya götürmek veya 30 kişilik otobüsle Makedonya deneyimi gibi karayollarıyla sınırlıydı (Bunu düşünürken hep dedim kendime, çok şanslıyım tüm bunları yaşadığım için). Bu kalabalıkla uçak kapatmak yeni bir deneyimdiJ Yol hepimize iyi geldi, Guruji’nin ortamının yoğunluğundan uzaklaşmak, yol heyecanı, Kalkuta’da temiz bir odada sıcak bir duş…Tüm bu yollar boyunca belli uçak biletleri dışında hiçbir organizasyona girmeden, tamamen akışında hareket etmenin de keyfini yaşadım. Hoşluklar denk geldi hep.  Ve Kamakya…Her tantrik ortam gibi burası da yoğun ama sefil; vedantik yollar çok güçlü olduğu ve siyah tantra yolunu takip eden kara büyücülerin olumsuz etkisi nedeniyle sanırım, tantrik yolun aslında insana düşündüreceği estetik ve sanattan eser yok bu enerji noktalarında. Ama işte enerji noktalarıymış buralar, görüyoruz biz de. Kamakya bu anlamda çok özeldi, kendimi tuhaf bir şekilde, henüz iyileşmemiş olmama rağmen çok çok iyi hissettim. Dünya’nın yoni’si (Sanskritçe vajina) deniyor buraya, hikayesi bir kıskançlık sonucu parçalara ayrılan Shiva’nın eşi Parvati’nin yonisinin Kamakya’ya düşmesi gibi bir şey, detaylar anlatana göre değişiyor.  Buradaki her tapınak belli bir kozmik güce adanmış ve küçücük karanlık, tütsülerle buram buram kokan bu mekanlar, Bengallilerin yoğun keçi kurbanı ritüellerinin de kısmı etkisiyle oldukça yoğunlar; içlerine girdiğinizde bir tuhaf hissediyorsunuz. Ana tapınağın derinliklerindeki mağara beni benden aldı, çok özeldi gerçekten.  Amma ve lakin Kamakya kesinlikle turistik bir yer değil, anca bu konularla ilgilenenler için anlam ifade edecektir.  Tüm bunları yaşarken hep Anadolu’da buna benzer yoğunluk taşıyan yerleri, kendi köklerimin, çerkeslerin ruhani pratiklerini merak edip durdum.

Sonraki durak Tarapith gelecek yazıda...

Resimler: bbtomas.com