Kamakya’nın kucaklamasından sonra pujanın son
aşaması, içinden geçtiğimiz tüm enerjilerin varlığımızda sabitleneceği son
durağa doğru yola çıktık. Tarapith; 10 kozmik güç, 10 tanrıça arasından Tara’nın
mekanı. Tara merhametin temsili. Gel gör ki merhamet hissiyle pek
karşılaşmadığımız bir ortamda bulduk kendimizi. Bir kere ritüeller bu sefer
tapınaklarda değil, ölü yakım alanındaydı. Ortamdaki babalara bakıyorsun, çoğu
kırmızılara bürünmüş, dev rasta saçlı, her tarafından boncuklar sarkan yarı
deli görünümlü ürkütücü tipler. Kamakya’da tapınakların önünde afiyetle ot
çekenlere ek burada bir de ciddi alkol durumu var. Yani tantrik yolda kendinden
geçmek için araçlar değişebiliyorJ Kafayı bulmuş “Jai Ma Tara” diye ortada bağrınan insanlar arasında
yine başlıyorsun sormaya “ne işim var lan burada?”.
Bu şenliğe rağmen girdiğimiz ortamı
dönüştürdüğümüz muhakkak. Kırmızı dhouti’ler (erkeklerin bellerine sardıkları
bir kumaş parçası diyebiliriz) ve sariler (bu daha tanıdık herhal) içinde
grubumuz kendi tapınağını yarattı bir nevi. Manu’nun önceden hazırladığı dev
yantra çizimleri yerlere serildi ve kadınlar bu yantraları rengarenk pirinçlerle
kaplayarak renklendirdiler. (Sırf renklerle oynayabilmek için ayakkabı yapmaya
başlayan ben bayıldım tabii bu eğlenceye). Guruji ayrıca yine pirinç ve kum
karışımlarından, sonradan üzerinde ateş ritüellerinin yapılacağı başka
yantralar hazırladı, hepsini çeşitli hatlarla birbirine bağladı. Hatta ikinci
gün dışarıdan “bu gavurlar ne eder” diye hayret ve ibretle izleyen insanları
yanaştırmamak için ortamın etrafını da renkli pirinçlerle sardı ve tuhaf bir
şekilde az sayıda istisna dışında mahalleli o sınırları aşmadı. Kahvaltı
etmeden gelip neredeyse akşam saatlerine kadar sadhana (ruhani pratik)
yaptıktan sonra Guruji’yle aynı üstadın öğrencisi Ma’nın yaptığı yemeklerle
(prasad) orucumuzu açtık. Sabah 9’dan akşam 8’e kadar neredeyse sürekli aynı
ortamda kaldık iki gün boyunca ve sanki toplamı bir dakika sürmüş gibi geliyor
bana. Çok özel bir kapanıştan sonra Guruji’den bir sonraki pujaya hazırlık
mantralarımızı aldık ve BİTTİ. Grubun küçük bir kısmı Guruji’nin evine dönerken
çoğunluk Rişikeş’e doğru hareket etmeye başladı bile aynı gece.
Hala bitmiş gibi gelmiyor bana ama bu bana
özel, tesadüfi bir his de değil. Üstadın dediğine göre pujanın etkisi bir ay
boyunca sürecek, arınmalar devam edecek ve enerji bu sürecin sonunda
sabitlenecek. Valla ne oldu ne bitti bilmiyorum, kendi hanemde ne oldu ne bitti
onu da bilmiyorum henüz; hazmedip göreceğiz inşallah.
Pujadan sonra Hindistan’a gelmişken biraz
turizm yapayım, Varanasi veya Nepal taraflarına geçeyim diyordum ama Manu yedi
alemin Rişikeş’e, Prem Baba denen üstadın derslerine katılmaya gittiğini
söyleyince “e bari hadi biz de gidek, kimin nesiymiş şu Prem Baba görek” dedim.
Prem Baba, özellikle Agama’nın kimi zaman sert disiplininden, metodolojisinin
bazı boyutlarından yorulan, zorlanan veya bir eksiklik hisseden “yolcu”ların
kapısında buluştuğu bir üstat. Agama’da varlığımızın farklı düzeylerinde
(çakralar ve bedenlerle ifade ediyoruz bunları bilmeyenler için) yaşadığımız
pek çok tıkanıklıkları ve sorunları metodik bir şekilde, enerjiyi yükselterek
daha rafine ve yüksek zihinsel, duygusal hallere taşıyarak aşmayı öğreniyoruz.
Enerjiyi yükseltsen bile oradaki sorunu temelli çözmüyorsun aslında ama o
sorunu besleyen zihinsel/duygusal halden çıkınca başka bir bakış açısı
kazandığın için çözebilme imkanın artıyor bir nevi. Çok çok değerli bir teknoloji bu. Bazıları
ise bunun yanı sıra başka bir yaklaşımın da arayışına girmişler ve Prem Baba’da
buluşmuşlar. Agama’da kendime yakın hissettiğim
pek çok insandan duydum Prem Baba’yı; Brezilyalı olduğu ve çok kalpten yaklaştığı
dışında hiçbir şey bilmeden, bilmek istemeden geldim buraya. Guru arayan biri
değilimdir; hayatta çok değerli hocalar edindim, ediniyorum, teslimiyeti de
yaşadım ama “birinin kanatlarının altına gireyim onun yolu da beni acılarımdan
kurtarsın” demedim. Daha çok denk
gelmelere bıraktım kendimi. Velhasıl bugüne yaklaşayım, Prem Baba’yla ilk güne.
Uzun, upuzzzzuuun, trenden trene koştuğumuz
ama görece rahat bir yolculuktan sonra artık 30 kilo taşımaktan yılmış tutulmuş
kaslarım ve zor yollarda beni hiç yalnız bırakmayan (!) adet dönemimin
yorgunluğuyla gözümüze hoş görünen ilk otelin mütevazi odasına attım kendimi. O
kadar ucuz ki burası Joceline’le ilk defa tek başımıza oda tutma lüksünü
yaşayalım dedik. Ortak banyo ama temiz; belli ki başka bir dolu seçenek var Rişikeş’te
ama biz bıktık artık taşınmaktan ve tamamdır dedik. Bir de şansımıza Tarapit’de
şöyle havuzlu, palmiyeli, plazmalı, oda servisli bir otele denk geldik komik
bir fiyata; rahatız yani manen, doymuşuz konfora. En azından oldukça merkezi
bir yerdeyiz, hoş bir ortamımız var ve Prem Baba’nın satsang’larının (guruyla
buluşmaların) düzenlendiği salona çok yakınız.
Rişikeş nedir ne değildir çok anlamadan, hafif
de üşüyerekten ama bol rüyalı keyifli bir uyku sonrası biraz homur homur uyandım.
Yok banyoydu, yok şuydu buydu vırvırlanacakken bir şekil geldik işte Satsang
salonuna. Baktım etrafa, tipik dallı güllü kıyafetli, şallı, lepiska saçlı neo
hippi karakterler; yüzlerinde sabit, sümüksü bir tebessümle birbirine sıkı sıkı
sarılan insanlar. Amanın dedim, düştük yine bilindik alemin içine. Yalnız bu
arada dip not düşeyim, hani bu yeni çağ ruhani aleme berduş hippiler takılıyor
sanmamak lazım, fiziksel olarak dikkat çekecek kadar güzel, ışıl ışıl bir dolu
insanla doldu taştı salon. Bir kısmını bizim puja tayfasının oluşturduğu
herhalde 200 kişi falan vardı salonda. Ama itiraf etmek lazım, salon tertemiz,
huzurlu; yastıklar dizilmiş yerlere herkes rahat konforlu takılsın diye. Ortada
bir takım özgür ruh bebeler falan. Ortam nefis batı usulü ruhani yani. Derken
bhajan başlandı. (Burada zaten genel bir müzik durumu var, şu an da yan masamda
biri çıkarmış yan flütünü, diğeri gitarını; öttürüyorlar). Öyle bir gitar, bir
harmonium çakma Bhajan değil, epey enstrümanın adabıyla çalındığı, çok güzel
vokallerin olduğu düzgün bir dinleti; katılanı var katılmayanı var ama bozan
yok. Ne yapacaksın ortam böyleyken, bir meditasyon tutturup salınıyorsun sen de
şüphelerinin arasından. Derken grup ayaklandı ve Prem Baba girdi içeri. Kalpten
bir düğüm attı ve bir kaç göz yaşı geldi daha ne olduğunu anlayamadan. Dedim,
hislendim; Bhajan, yorgunluk şu bu; geçiştirdim o hali ama daha önce hiç böyle
güzel bir gülüş (ve esmer yüzün arasından ara ara görünen böylesine beyaz
dişler) görmedim.
Satsang’ı İngilizce bilmesine rağmen - sanırım
yoğun Brezilyalı kalabalık nedeniyle de- Portekiz’ce veriyor, bir eleman da
çeviriyor. Takibi biraz zorlaştırıyor bu durum ama ne yapalım. Prem Baba
psikoloji altyapısı nedeniyle öğretisinde bu batı bilgilerine çok değinen,
kişinin aynı zamanda hem ilk kahramanları ve hem de düşmanları olan ebeveyniyle
ilişkisinin dönüşümünün önemini çok vurgulayan bir üstat duyduğum kadarıyla
(işte kulağını tıkasan da duyuyorsun ister istemez). ABC diye bir inzivasından
bahsetti arkadaşlar; doğum anından itibaren ailenle yaşadığın her türlü zorluk,
bilincinde olduğun ve olmadığın travmaların çözümü üzerinde duruluyor anladığım
kadarıyla. Vivian’ımla yaptığımız uzun sohbetler geldi hep aklıma; bu konuya
çok kafa yormuş, bana da çok rehberlik etmişti Vivian. Üzerine ben de özellikle
Irvin Yalom’un ve benzeri varoluşçuların önerileriyle epey uğraşmış, hatta
kendimi oldukça zorlamıştım bu konuda. Aslında bir dönem o kadar çok yönden
aileyle ilgili yüzleşmeye zorlandıydım ki; dönüştürmeye karar verdiğim kronik
rahatsızlıklarımın altından bile annem çıkıyordu misal. Güzel hocam Laura
sağolsun, kendimi boğacak kadar derinleştiğim bu yüzleşmeleri böyle yekün değil
de teker teker, yumuşak yumuşak yapmam icap ettiğini idrak ettirdiydi sonunda
bana da biraz yol alabildiydim. Sonuç itibariyle Prem Baba’nın satsangında
bahsettiği bazı şeyler çok tanıdıktı. Ebeveynimizle nihayetinde ayaklarının
önünde diz çöküp bizi bu hayata kavuşturmaya aracılık ettikleri ve bize
tuttukları aynalar için şükredecek hale gelene kadar bazı yüzleşmelerin
yaşanması gerektiğinden çok kısaca bahsetti. Bol biberli duyguları izlemekten;
tepki vermeden, kendini özdeşleştirmeden şahitlik etmekten dem vurdu. Anlattıklarından
not aldığım bazı şeyler var, derinine girmeden anlatmak ne kadar yerinde
bilmiyorum, bir deneyeyim. Misal pişman olmanın kutsallığı, öğreticiliğini
anlatırken, pişmanlığın kendini suçlamaktan çok farklı olduğunu; kendini
suçlamanın büyük bir sevgisizlik hatta kendinden nefret içerdiğinden bahsetti.
Pişman olma hali üzerine, bu ayrım üzerine düşünmek lazım. Bir başka ilgimi
çeken ayrım da özellikle ruhani yoldaki şüpheler bağlamında anlamak ve
derinlemesine algılamak (understanding – comprehention) kavramları arasındaki. Bunu çözümleyebiliyorum
sanırım; misal Guruji neyi niye yaptırdı hiçbir şekilde anlamıyorum ama Şakti’yi,
çalıştığı yoğun evrensel enerjileri algılayabilirim (algıladım diyemeyeceğim henüz,
zamana ihtiyacım var). Bu ve benzeri bir
dolu muhabbetten sonra yine bir Bhajan ile kapandı oturum iki saatin sonunda.
İlk gelenlerin ve ayrılanların selamını kabul edeceğini bildirdi Prem Baba.
Baktım bir dolu insan sıraya girip huzurunda eğiliyor. Yine tüm şüphelerime
rağmen onu hissetmek istediğim için girdim sıraya. Swami’den bilirim, yamacında
durdun mu bir elektromanyetik alan içine girmiş gibi olursun, başka bir türlü
hissedersin böyle güçlü karakterleri. Baktım tabii insanlar napıyor, neler
oluyor sıradayken. Ayaklarına kapananlar, her bir ayağını öpenler, çiçekler
verenler… Bana fazla… Çocuklar çizdikleri resimleri veriyorlardı; dikkatimi
çeken Prem Baba verilen her şeye öylesine değil, olanca dikkatiyle bakıyordu.
Kimisiyle konuşuyor, kimisininse selamını alıyor sadece kocaman bir
gülümsemeyle. Ve geldi işte sıra bana ve hat koptu. Gözlemin, şüphenin, niyetin
boş olduğu, kendiliğinden dolu dolu bir an. Kalp sanki normal boyutunun üç katı
büyümüş göğüsten taşacak, o yüzden ellerle desteklemek gerekiyor; yani selamdan
değil öyle olması gerektiğinden eller kalbe gidiyor. Gözlerin seni gördüğünü,
gülümsemenin içini ısıttığını hissetmek; mutlak kabul ve mutlak huzur hissi.
Öylesine çarpıldım ki kalbimde bir düğüm (sanskar) çözüldü, yine boşaldı birkaç
damla yaş. Düşük düzeylerden gelen histeri değil, kalptan yumuşacık bir çözülme
naçizane bilgime göre. Kabul ettim orada; bir yol seçmek bir guru seçmek değil
mesele; çok güzel bir ilham almak belki sadece. O da yeter.
Fotoğraflar: bbtomas.com