Kalbin kabuğunu
kırmak zor işmiş. Yıllar yılı kafamı şişirdi hocalarım, kalp çakrasını
döndürücen, olmaz başka türlü bu iş diye. He dedim geçtim. Yani geçmedim,
yaptım asanamı, meditasyonumu “Senin için her şeyi istiyorum. Senden hiçbir şey
istemiyorum” cümlesi uzaktan hoş geldi, içime yerleşmedi. İstiyorum çünkü;
sevileyim, sarmalanayım, kollanayım, destekleneyim, beğenileyim, şımartılayım.
Hepsini istiyorum. Nasıl olacak bu iş? İstediğim gibi sevmezlerse aynen esrik
kitaplarda yazdığı üzere oyuncağı elinden alınmış çocuk semptomlarını da bir
güzel sergiliyorum.
Yoga mühim
pratik. Kimi duygular şelale, kimi dapdar yaşarken; kişi öyle veya böyle bu iki
halden birinin gölgesinde kalıp ışıl ışıl parlayan fikri, akıllara ziyan eseri,
yaseminin kokusunu; yani andaki en doğru yerini kaçırabiliyor. İçerideki kuru kalabalığa
çeki düzen vermek, zihni uçuşup duran fikir zerreciklerinden köşe bucak
temizlemek için birebir pratik. Asayişi bir kuple sağladıktan sonra önüne yeni
bir kapı çıkıyor sanki. O uçuşan
zerreciklerin kaynağına, tavşan deliğinin dibine doğru.
Çaldık velhasıl o
kapıyı. İlk durak merhamete çıktı. Hani her kul her hal bir ayna işlevi görür
ya. Bir harekete, bir söze tepki duyduğunda aynayı kırmaktansa kendine bakmak,
o tepkinin kaynağını bulmak gerektiği, evrimin ancak o şekilde başlayabileceği
temel bir bilgi. Bunun ötesinde acıyla göz göze gelindiğinde “amanın,
istemiyorum ben böyle şeyler hayatımda” diye reddetmek, huylanmak veya
cengaverliğe soyunmak gibi standart tepkilerden hangisini veriyoruz ona da
bakmak gerekiyor. Üstatlar diyor ki azaba azapla cevap verdiğinde acıma
duygusu, sevgiyle cevap verdiğinde ise merhamet çıkar ortaya. Korktuğumuz,
hayatımızdan uzak tutmaya çalıştığımız, ama öyle veya böyle kaçınılmaz olan
azap ise ancak merhametle dönüşür imiş.
Çok laf, çok yol,
çok yöntem var; işte zamanı geliyor açıyorsun gereken kapıyı. Yargılayan, etiketleyen,
doğruyla eğriyi birbirinden ayırmaya kararlı zihne yeni bir seçenek sunuyorsun;
kolay iş değil. Evirip çevirmeye devam edeceğim bu mevzuyu bir süre.
İkinci durağım
neşe oldu. Kalbin içinde saklı bir hal; mutluluktan coşkun, keyiften rafine.
Her şey iyi hoş, tıkırında ama neşe yok hayatımda diye dertleniyordum. Kimim,
neyim, ne halt yerim diye kurcalarken; olanı biteni dümdüz değil de içerdiği
katmanlarıyla irdelerken bir bunalıp sıkıldıydı içim. Kuyruğumu kovalıyor gibi
hissettim kendimi. Hayat yine aktı. Yoganın bir diğer güzelliği bir veya birkaç
sorun, içinde olduğun bir ruh hali illaki seni tanımlamadığından, bunun
ayırdına biraz daha varabildiğinden düşük zamanlarda illaki tüm yolları
kapatmaya gerek duymuyorsun. Hayat gayet ayarında, kalitesinde akabiliyor bu
farkındalıkla. Yine de neşe bir meseleydi işte. Onca meditasyon, pratik derman
olmadı, Maha Şakti, Doğa Ana iteledi; hadi yürü takılma burada dedi. Ateşli bir
hastalık içimdeki ağırlıkları bir şekil eritip akıttı. Kalbin neşe çarkı dönmeye
başladı, ben sadece izledim olanı biteni.
Ben bu
duraktayken, tesadüf değil, Maha Şakti’yi kutlayacağımız bir festival
düzenliyoruz Agama’da. Üç gün üç gece farklı kültürlerde bin bir isim şekil
almış dişi enerjiyle çalışacağız. Neyse bu ayrı mesele. Bahsini geçiyorum ki
ortada tesadüfe yer kalmasın; her şey olması gereken zamanda oluyor işte.
Son bıraktığımda
ise kelebek durağındaydım. Kalbin “bura iyiyimiş, sineyim ben” demeye gerek
duymadığı bir oraya bir buraya keyifle dans ettiği hafifliği ve güzelliği.
Şuraya uğrarsam bir tarafımı kaparlar diye korkmadan geniş geniş salınmalar. Oh
ne güzelmiş ezberden şaşmak.